Cumartesi, Ekim 28, 2006

F1 İstanbul CezaPark


Formula 1 Petrol Ofisi Grand Prix'inde yaşanan KKTC krizini hatırlıyor musunuz? Hani birincilik ödülünü KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın vermesi nedeniyle başlayan ve Uluslararası Motor Sporları Federasyonu (FIA) tarafından 5 milyon dolar cezaya verilmesiyle sona eren olayı. Kim hatırlamıyor ki, özellikle motor sporseverleri derinden yaralayan, Türkiye’yi dünyada küçük düşüren olayı. Konuyla ilgili geçen hafta ilginç bir gelişme yaşandı. Ancak Fransa’nın Ermeni yasa tasarısı, Başbakan’a yapılan balyoz operasyonu ile o kadar meşguldük ki bu haberi atladık. Sağ olsun internet sitelerinde haber yer aldı da gelişmeleri takip edebildik.

Efelenmenin yararı yokmuş

Türkiye’ye bu gelişmeden sonra ceza verilmesi gündeme gelince herkes efelendi. Vay efendim FIA bir şey yapamazmış, KKTC Türkiye’nin tanıdığı bir ülkeymiş, FIA’nın cezasına itiraz edilecekmiş, temyize gidilecekmiş diye herkes işkembeden salladı durdu. Özellikle bu fikrin sahibi TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu esti gürledi. Gazete sayfalarında bu beylik laflarıyla yer buldu. Gelin görün ki gerçekte FIA’nın karşısında el pençe divan duruldu, “Yarışları İstanbul’dan almayın da biz sizin kestiğiniz cezayı paşa paşa öderiz” dendi. Türkiye 5 milyon dolarlık cezayla bence de çok ama çok ucuz kurtuldu.

Ceza kardeş payı yapıldı

Bu haftaki gelişmeye göre yarışın organizatörü Motor Sporları Organizyon AŞ MSO ve Türkiye Otomobil Federasyonu’na (TOSFED) verilen cezayla ilgili olarak daha önce itirazda bulunan MSO, cezanın 2,5 milyon dolarlık bölümünü ödeyeceğini FIA'ya bildirdi. Barcelona'da toplanan Dünya Motor Sporları Konseyi de, MSO'nun 2.5 milyon doları ödeme talebini kabul etti ve geri kalan 2.5 milyon doları TOSFED'in ödeyeceğini açıkladı. Ne oldu, hadi şimdi de efelensenize bakalım, biz ödemeyiz bu parayı, haksızlık, falan diye bağırsanıza. Büyük lokma ye büyük konuşma demiş atalarımız.

Ceza 30 günde ödenecek

FIA’nın kararına göre 5 milyon dolarlık ceza 30 gün içinde ödenecek. Yazık, zaten dünyanın en az seyirci toplayan, organizasyon şirketine çok fazla para kazandırmayan bu iş için bir de 2.5 milyon dolar ceza ödenecek. Bu yıl boşa gitti kazanılan paralar. Herkes zararda, ülkenin itibarı, federasyon, organizasyon şirketi. Bakalım böyle uluslararası etkinliklerin üstesinden gelmeyi ne zaman başaracağız. İyi yönetim, iyi planlama, kurallara bağlı kalma bizim için zor konular. Ama benzer işi Moto GP’de Süleyman Memnun ve ekibi gayet iyi başardı. Geçen yıl yapılan Moto GP yarışına 40 binin üzerinde seyirci çekmeyi başardılar.

PO’nun ne günahı var?

Bir de köşemizin gereği bu işe marka tarafından bakarsak Petrol Ofisi’nin durumunu da değerlendirmek gerekiyor. İstanbul’daki yarışa ismini veren PO bu olumsuz, negatif tartışmanın arasında kaldı, bu konu ile ilgili haberlerin fotoğraflarında ve televizyon görüntülerinde logosuyla resimdeki yerini aldı. PO CEO’su Jan Nahum’un yerinde olmak istemezdim doğrusu. Sen çuvalla para verip F1’e ismini ver, markanı motor sporları ve performans etkinliklerine iyi sponsorluk örnekleri ver, ancak adın ve marka sürekli bu keyifsiz ve tatsız polemik içinde görünsün. F1’e sponsorluk kararını alan bir yönetici için büyük şansızlık.

TÜHİD ve İDA’dan İletişim Hizmetleri Algılama Araştırması

Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) ve İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) tarafından yapılan İletişim Hizmetleri Algılama Araştırması sonucuna göre şirketlerin CEO ve genel müdürlerinin, kurumsal iletişime daha fazla zaman ayırmaya başladıkları ortaya çıktı.

TÜHİD ve İDA iletişim hizmetleri sektörünün profilini çıkartabilmek, iletişim hizmetlerinden beklentileri ve ihtiyaçları saptayabilmek, çalışmalara yön verebilmek amacıyla başlattığı ve GFK Türkiye’nin geniş çaplı araştırmayı üstlendiği “İletişim Hizmetleri Algılama Araştırması’’ raporu tamamlandı. Dört sosyal paydaş bazında gerçekleştirilen çalışmada, iletişim hizmetleri sektörünün son yıllarda giderek önem kazandığına ve hızla büyüme gösterdiğine dikkat çekildi.

Medya ilişkileri önem kazanıyor

Çalışmaya katılan firmaların yüzde 74.3’ü profesyonel bir iletişim firmasından hizmet aldığını belirtirken, bu firmalar arasında ağırlıkla sağlık, inşaat, otomotiv, tekstil, tüketim firmalarının bulunduğu tespit edildi. Firmaların başta medya ilişkileri olmak üzere; kriz yönetimi, kurumsal itibar, markaların iletişimi başlıkları altında hizmetler aldığı bilgisi yer alan raporda; çalışmanın bir diğer paydaşı olan medya mensupları ise; bilgiye ulaşma konusunda iletişim danışmanlığı şirketlerinin yararına dikkat çekti.

Cuma, Ekim 20, 2006

PR algılama araştırması açıklanıyor


Türkiye’de halkla ilişkiler şirketleri ve şirketlerin yaptığı uygulamalarıyla ilgili son aylarda önemli gazetelerin köşe yazarları çeşitli eleştirilerde bulundu. Gazetecilerin basın gezilerine götürülmesi, maddi değeri yüksek hediyelerin gönderilmesi ve röportaj sırasında PR şirketlerinin gazetecilere davranış şekli halkla ilişkiler şirketlerinin nasıl yöntemi hakkında gazeteciler tarafından tepkiyle karşılanmaya başlandı.

Bu tartışmalar Türkiye’de PR şirketleri ve gazeteciler arasında yıllardır yaşanıyor. PR şirketleriyle sektörün meslek grupları kendilerini ve yaptıkları gazetecilere iyi anlatamadıkları için belirli dönemler bu tartışmalar hep gündeme geldi. Bu durumun yıllardır farkında olan Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) ve İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) sektörün profilini çıkarabilmek, iletişim hizmetlerinden beklentileri ve ihtiyaçları saptayabilmek, çalışmalarına bu beklentiler ışında yön verebilmek amacıyla yaptığı araştırmayı bu hafta açıklayacak. PR sektörünün en önemli ve etkin meslek kuruluşlarının 19 Ekim Perşembe günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampusu Türkan Şoray Salonu’nda saat 09:30’da yapacağı toplantı çok önemli.

Yöneticilerden gazetecilere uzanan araştırma

TÜHİD-İDA İletişim Hizmetleri Algılama Araştırması’nı dernekler adına, araştırma şirketi GfK Türkiye yürüttü. Anket soruları, büyük şirketlerin ve holdinglerin yöneticileri, gazetelerin genel yayın yönetmenleri, yazı işleri kadroları ve PR şirketlerinin beraber çalıştığı iş ortaklarına yöneltildi. Araştırma bir yıl gibi bir zamana yayıldı. Bunun sorumlusu duyduğum kadarıyla kendilerine yöneltilen sorulara çevap vermekte isteksiz davranan yöneticiler sebep oldu. Konu PR şirketlerinin uygulamalarını eleştirmeye geldiğinde sayfalarca yazı yazmayı kendine görev edinenler, nedense hesap soranlar 10-15 kutuya işaret koymaktan çekiniyor. Neyse biraz araştırmanın sonuçlarını merakla bekliyoruz.

Toplantıya katılın

Halkla ilişkiler sektörü ve bu sektörden hizmet alan şirketler için önemli bir dönüm noktası bu araştırmanın sonuçları. Bahçeşehir Üniversitesi salonunda PR hizmeti alan müşteriler, gazeteciler, sektörün yöneticileri, çalışanlarının hepsi bu toplantıda araştırmanın sonuçlarını izlemek için davetli. Birkaç saatinizi bu toplantıya ayırın. Toplantıya katılmak için İDA’dan Zahide Erkök’ü arayın ya da kendisinde bir mail atın. İDA Tel: (212) 225 74 72 - z.erkok@ida.org.tr Perşembe görüşmek üzere.

Cep telefonu yönetmenleri


Cep telefonları iletişim özelliklerinin yanında bir çok işlevi bünyesinde bulunduran vazgeçilmez araçlar haline geldi. Müzik, fotoğraf makinesi ve kamera gibi multimedya marifetleri gelişti, cebimize hamarat telefonlar girmeye başladı. Dünyanın en önemli ve en çok tercih edilen mobil telefon markası Nokia, Nseries Kısa Film Yarışması başlattığını duyurdu.

Başvurular başladı

Nokia N93 ile çektiği “Zaman Hırsızı” adlı kısa filmle adından söz ettiren ünlü yönetmen Ümit Ünal’ın katkıları ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) desteğiyle düzenlenecek olan Nokia Nseries Kısa Film Yarışması 20 Ekim Cuma günü başlayacak. Amatör ya da profesyonel herkesin katılabileceği yarışmaya www.nserieskisafilm.com web adresi üzerinden ya da Nokia Shop’lar ve İKSV’de bulunan formlar doldurularak başvurulabilecek. Başvurular 31 Ocak 2007 Çarşamba günü sona erecek.

Büyük ödül 5 bin YTL

Yarışmanın ilk aşamasında her türlü cep telefonu ya da dijital kamerayla çekilen kısa filmler yarışacak. Ön elemeyi geçen çalışmalar, jüri tarafından ikinci bir değerlendirmeye tabi tutulacak. Bu değerlendirmede ilk 10’a giren kısa filmlerin yönetmenlerine birer Nokia N93 hediye edilecek. Böylece Nseries Kısa Film Yarışması’nın final aşamasına start verilmiş olacak. Bu aşamada 10 yönetmen Nokia N93 ile birer kısa film daha çekecek ve ardından aynı jüri ilk 3’ü seçecek. Yarışmanın birincisi 5 bin YTL, ikincisi 3 bin YTL, üçüncüsü 2 bin YTL ile ödüllendirilecek.

Haftanın Kitabı


Marka yaratmak için tasarım

Ürün tasarımı daha önce hiç olmadığı kadar önem kazanmış durumda. Bir ürün fonksiyonel özellikleri bakımından rakiplerinden üstün olmadığı, hatta onlardan daha düşük kaliteli olduğu halde duyguları harekete geçiren tasarımı sayesinde pazarın bir numarası olabiliyor. Ya da çok nitelikli bir ürün sırf kötü tasarımı yüzünden başarısız olup pazarlama çöplüğünü boylayabiliyor.Çok iyi ürünleriniz olabilir, ama bu ürünlerin hak ettiği başarıyı elde edebilmesi için iyi bir tasarımla desteklenmesi şarttır. Tasarım yalnızca ürün dizaynı için gerekli değildir. Markanızın hedef kitlenizle karşılaştığı her noktada etkileyici tasarımlarla boy göstermelisiniz.

Bunu nasıl başaracaksınız? Yanıt ortada: Etkileyici tasarım anlayışını kurumuzun vazgeçilmezleri arasına katarak... Peki bunu nasıl yapacaksınız? Yanıt yine ortada: Tasarım yönetimi konusunda dünya çapında bir otorite olan ve bu alandaki ilk doktora programını başlatan Brigitte Borja de Mozota'nın bu kapsamlı kitabını okuyarak...

Tasarım Yönetimi
Brigitte Borja De Mozota
405 sayfa, 14 YTL
MediaCat Yayınları

Beko’dan üçlük atış


Türkiye’nin “dünya markası” Beko, Turkcell’in Süper Ligi’ne adını vermesinden sonra Türkiye’de en fazla ilgi gören spor dalı, basketbol ligine adını verecek sponsorluk anlaşması imzaladı. Türkiye Basketbol Federasyonu ile yapılan anlaşmaya göre 4 yıl boyunca ligin ismi Beko Basketbol Ligi olarak anılacak. Beko Basketbol Ligi 6 Ekim’de oynanan Mersin Büyükşehir Belediyesi – Efes Pilsen maçı ile start aldı.

Hyatt Regency Otel’de gerçekleştirilen imza törenine Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel, Koç Holding A.Ş. Dayanıklı Tüketim ve İnşaat Grubu Başkanı Dr. Bülent Bulgurlu, Arçelik A.Ş Genel Müdürü Aka Gündüz Özdemir, Türkiye Basketbol Federasyonu yetkilileri, Koç Holding yetkilileri, kulüp temsilcileri, basketbolun önde gelen isimleri katıldı.

İstanbul’daki dünya şampiyonası

Geçtiğimiz haftalarda Japonya’daki Dünya Basketbol Şampiyonası’nın ardından yazdığım yazıda Türk basketboluna daha çok şirketin destek vermesi gerektiğini yazmıştım. Çünkü 2010 yılında İstanbul’da düzenlenecek Dünya Basketbol Şampiyonası’nda tüm dünyanın ve bizim gözümüz bu yıl dünya altıncısı olan milli tamımızın üzerinde olacak. Ayrıca organizasyon için de Basketbol Federasyonu’nun dah çok desteğe ihtiyacı olacak. Dünyanın gözünü üzerine çevirdiği ve basketbolun dünya çapındaki yıldızlarını ağırlayan olan İstanbul’un bu organizasyondan alnının akıyla çıkması gerekiyor. Beko işte böyle döneme giren Türk basketboluna destek verecek bir sponsorluk kararı aldı. Bu karardan ötürü Beko’yu alkışlamak gerekiyor. Türk futbolu sponsorları ve canlı yayın hakları alan televizyonlar sayesinde gelişti ve dünya üçüncüsü oldu. Şimdi aynı başarıyı basketbol takımımızdan bekliyoruz.

Beko’nun dünya markası vizyonu

Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel, “2010 yılında ülkemizde Dünya Basketbol Şampiyonası organize edilecek. 2001’de Avrupa Şampiyonası sonrasında 12 Dev Adam ile beraber Türk Basketbolu’nun dünyanın en başarılı 10 ülkesinde arasında yer alacağını ve 2010 yılında bu hedefimizi gerçekleştireceğimizi söylemiştik. Aynı vizyonun Beko tarafından da paylaşıldığı, 2010 yılında dünyanın bu konudaki en önemli markalarından biri olarak kendilerini tanıtmak istediklerini söyledi. Bu anlamda örtüşen iki kuruluşun beraberliği herhalde iki tarafında hedefine varması ile sonuçlanmayacak. 2010 yılının üzerine de devam edecek. İleride Türkiye Basketbol ligine katılacak tüm takımlar Beko Basketbol Ligi’nde yer alacak. Ben şimdiden hem bu anlaşmada taraf olan Türkiye Basketbol Federasyonu’na ve kuruluş yetkililerine ve kulüplerimize başarılar diliyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

Haftanın Kitabı


Erkeklerin Geleceği

Karmaşık toplumsal, biyolojik ve ekonomik etkenlerin sonucu olarak erkekler hızlı bir değişim halinde. Yeni erkek kimliklerini ifade etmek için ''metroseksüel'', ''retroseksüel'', ''überseksüel'' gibi yeni kelimeler türetilmesinin ardında bu hızlı değişim var. Erkekliğin yeni hallerini şekillendiren etkenlere ufuk açıcı bir bakış açısıyla yaklaşan bu kitapta, dünyaca ünlü üç gelecek analizcisi, erkek olmanın eskiden olduğundan çok farklı şeyler ifade ettiğini iddia ediyor. Kitaba göre kadın-erkek ilişkilerindeki güç dengesinde de ciddi bir değişim söz konusu ve bu her şeyden önce erkekler için daha fazla özgürlük anlamına geliyor. Kitapta erkeklik hallerindeki değişimin sebepleri mercek altına alınırken, mesele tarihsel bir bağlama da yerleştiriliyor. Yazarlar erkeğin rolünün nasıl bir evrim geçirdiğini ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra, bunun toplum ve iş dünyası için ne anlama geldiğini de gözler önüne seriyorlar. Kitaba göre erkekler için de dünya için de yepyeni bir dönem şekilleniyor. Bu yeni dönemde otomobilden kozmetiğe kadar bütün sektörlerdeki pazarlama uzmanları, reklamcılar ve tabii şirketler erkek tüketicilerin ihtiyaçlarını şekillendiren yeni eğilimleri anlamak zorunda.

Erkeklerin Geleceği
M.Salzman, I.Matathia, A. O’Reilly
380 Sayfa, 17 YTL
Mediacat Yayınları

Pazar, Ekim 01, 2006

Marka bitti inovasyon verelim


Geçtiğimiz iki yılın en gözde konusuydu marka, markalaşmak ve marka olmak. Gazeteye iki sayfa ilan veren, televizyonda 3-5 saniye görünen, Sinan Çetin’e bir film çektiren herkes kendini “marka oldum” sandı. Ucuz bir PR şirketi de “hatır gönül” işi iki de röportaj patlattı mı bu “marka” için, gazete ve dergide o zaman tamam oldu. İki sene önce toptancılık yapan KOBİ patronu CEO oluverdi iki günde.

Şimdi de inovasyon çıktı başımıza, markalaşmayı hallettik, bitirdik ya herkesler marka oldu ya şimdi inovasyonu öğreniyoruz, hadi hayırlısı. Bu gavurca kelimenin karşılığı yabancı memleketlerde ve şirketlerde hep yenilikçi olmak, yeni ürün geliştirmek falan anlamına gelir, bakınız iPod. Bizim ülkemizde ise işkembeden yeni bir şeyler uydurma olarak anlatılabilir. Ancak bizim memleketimiz yeni bir şeyler icat etmektense başkalarının yaptığın ürünlerin aynısını yapabilme yeteneğine sahiptir. Dolayısıyla inovasyon denen zımbırtı bizim ülke sınırları içinde ölü doğmuştur.

TİM’in gündemi inovasyon

Geçtiğimiz hafta Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Oğuz Satıcı yaptığı basın toplantısıyla 17 Ekim 2006 tarihinde Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde yapılacak olan Türkiye 1’inci İnovasyon Kongresi hakkında bilgi verdi. Sayın Satıcı toplantıda “Ayakta kalmanın ve karın tek yolu artık inovasyon” buyurmuş. Geçtiğimiz yıl da aynı şeyleri markalaşmak için söylüyorduk. Oğuz Bey işi daha da ileri götürmüş ve “Cari açığın çözümü de inovasyondan geçer” demiş. Toplantıda başka birisi “Memur maaşlarının düzelmesi de Türkiye’nin inovasyon gücüne bağlıdır” dese kimse bir şey demez. Hatta içinizden birisi bu haberleri okuduğunda tüm “Kötülüklerin anası inovasyon’dan uzak olmamızdır. Hükümet acilen bir inovasyon bakanlığı kurmalı. Türkiye ancak bu şekilde AB’ye girer, işsizlik azalır ve öğretmenlerimiz davul zurna çalarak sanatçı yönlerini sergilemeyi bırakır da bir kitap okur” diyebilirsiniz. Size kimse ağzını açıp da tek kelime söyleyemez.

Marka olmayı kıvıramadık ama işkembe-i kübradan inovasyon konusunu çok iyi becerebileceğimizi, bu konuda dünya ile yarışacağımızı düşünüyorum. Bunun nasıl yapıldığını bir öğrenelim yeter. Bu konferansın bir kişilik hediyesi 495 Amerikan Doları + KDV. Detaylı bilgi almak isterseniz www.fedtraining.com.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.

Sabah Gazetesi’nin reklamı


Sabah Gazetesi hem kendi gazetesinde hem de televizyonlarda bir reklam yayınlatıyor bu şıralar. Geçtiğimiz hafta başladı. Görmüşsünüzdür mutlaka, dikkatinizi çekmiştir. Türkiye’deki klasik gazete ilanlarından farklı bir reklam. “Her sabah yeni bir gazete ile güne başla” klişesinden uzak, etkisi güçlü gibi duran bir kampanya. Ancak ben reklamı gördüğüm zaman bu reklamın Sabah Gazetesi’nden çok dijital fotoğraf yazılımı ünlü Photoshop’a daha çok yakıştığını düşündüm. Bu kampanyanın ve Sabah’ın konumlandırmasında hata yapıldığına inanıyorum. Kampanyanın sloganı “Gerçekleri Göstermek Cesaret İster”. Zaten gazetenin başlıca görevi gerçekleri anlatmak değil midir ve bunu yapan gazetecilerin zaten yürekli ve korkusuz olması gerekmez mi? Kampanya zaten halihazırda olması gerektiği bir özelliği için bizden Sabah’ı almamızı istiyor.

Asıl sorun güven eksikliği

Medyanın duayen ismi Nuri Çolakoğlu 27 Eylül 2006 tarihli Referans Gazetesi’ndeki köşesinde “Medya, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de, her yıl yapılan itibar anketlerinde ne yazık ki en itibarsız kurumlar arasında yer alıyor. Bunda zaman zaman patlak veren medya savaşlarının etkisi olduğu gibi medyanın kendisinden kaynaklanan bazı hatalar da var. Şüphesiz, medyanın en göz önünde olan kurumlardan biri olmasının payı da büyük. Türkiye’de sokaktaki adama en rahat konuşabileceği iki üç konuyu sorsanız, ilki futbolsa ikincisi de mutlaka televizyon olacaktır” diye yazmış. Altına imzamı atarım. Gazetelerin asıl sorunu güven eksikliği. Okur gazeteleri hep bir kuşkuyla okuyor. Bir haberi okurken gazetenin patronu ile ilişkilendirmeye çalışıyor öncelikle. Haberin altında çıkar var mı yok mu onu arıyor. Gazetelerin ve gazetecilerin eski günlerindeki güvenirliğine kavuşması için öncelikle güven sorunu aşılmalı. Geçtiğimiz hafta Aygaz genel müdürü açıklamıştı, müşterileri tüp getiren Aygaz çalışanlarına “Anahtar paspasın altında, sevdiğin börek buzdolabında” diye not bırakıyormuş. Babıali’nin bu güveni tekrar kazanmaya ihtiyacı var, cesaretliyim mesajı vermeye değil.

Haberin yerini polemik aldı

Eskiden bu ülkede gazete çıkardı, Babıali’nin mirası gazeteler okunurdu, içinde okunacak bir şeyler vardı. Muhalefet vardı, karşı görüş ve tezler vardı. Allah’ına kadar eleştiri vardı. Hoşgörü de vardı. Demirel karikatürü olmayan dergi ve gazete yoktu. Hiç dava açtığını hatırlamıyorum Demirel’in. AKP iktidarı ise bu hoşgörüden uzak bir tavır sergiliyor. Her hafta mizah dergilerine açılan dava haberlerini okuyoruz. Neyse şimdi bakıyorum da gazetelerde okunacak ne var diye. Polemikten başka bir şey yok. Bir köşem yazarı diğer köşem sultanına taş atıyor. Ertesi gün o öbürüne cevap veriyor, iki kişi atışırken olaya başka bir gazeteden başka biri giriyor polemikler, hakaret dolu sözler, çirkinlikler internet sayfalarına yayılıveriyor. Ayşe Hülya’ya ne dedi, sakallı adam öbür sakallı adama nasıl yavşak dedi. Vay abicim İslamcılar birbirine girdi, Erbakan’ın kızını istedin mi istemedin mi? Berikinin köşesi içi suyla dolu prezervatif gibi benzetmeleri. Arkadaş, bize ne sizin polemiğinizden, hödö hödönüzden. Yüz binlerce dolarlık maaşları her türlü seviyesiz ve halka, okuyucuya katkısı olmayan şeyler yazmak için almanız içimi acıtıyor. Haber var mı haber?

Marketingist’ten canlı yayın


Beylikdüzü TÜYAP’ta düzenlenen ve dün sona eren Marketingİst Fuarı bu yıl farkı bir uygulamaya imza attı. Fuar için bir blog hazırlandı ve daha önceden buraya kayıt yaptıran pazarlama bloggerları fuardaki etkinlikle toplantılardan fotoğraf ve izlenimlerini aktılar. Farklı konulardaki seminer ve konferanslara katılan bloggerlar, toplantılarda aktarılan bilgileri ve sunumların özetlerini Marketingİst blog’una yazdılar. Eğer hafta için iş yoğunluğundan ve hafta sonu da tembellikten fuarı ziyaret edemediyseniz okuya okuya bitiremeyeceğiniz bir fuar özetini www.marketingist.com/blog adresinde bulabilirsiniz. Benim cumartesi günü katıldığım Kurumsal Sosyal Sorumluluk paneli ise hayli heyecanlı ve tartışmalı geçti. İzlenimlerimi bu blog’ta bulabilirsiniz. İyi okumalar.

Haftanın Kitabı


Pazarlama Dehası olmak

Bu hafta size Media Cat Yayınları’nın yeni kitabı Pazarlama Dehası’nı tanıtmak istiyorum. Dünyaca ünlü İngiliz pazarlama ve strateji uzmanı Peter Fisk’in kaleme aldığı kitapta Apple’ın vizyonundan Zara’nın iş kavrayış şekillerine, Nike tutkusundan Jones Soda’nın aykırı hikayesine uzanan markaların pazarlama anlayışına değiniyor. Dünyanın en büyük şirketleri, Microsoft, British Airways, Coca-Cola ve Vodafone gibi şirketlere danışmanlık yapan ve markaların yönetiminde görev alan Fisk, kitabında pazarlama dehasının içeriyle dışarıyı, pazarlarla şirketi, müşterilerle hissedarları, yaratıcılıkla analizi, vaatlerle gerçeği, bugünle yarını birleştirme ve kaynaştırma yeteneğine yattığını anlatıyor.

Pazarlama Dehası
Peter Fisk
Çeviren: Aytül Özer
572 sayfa, 20 YTL
Media Cat Yayınları