Pazar, Kasım 09, 2008

3 saat sonra imzalar tamam...






Yaklaşık 3,5 - 4 saat süren bir beklemenin ardından mutlu sona ulaşanların yüzünde heyecanlı ve yorgun bir mutluluk vardı.

Uykusuz standı




Uykusuz poterlerini alanlar hemen yan taraftaki imza salonunda alıyor soluğu

"Uykusuz" Saatler...



İstanbul Kitap Fuarı bugün sona eriyor. Kitaptan nasibimizi almak ve biraz da atmosferi biraz kolaçan etmek için dün fuar sınırları içine kendimizi attık. Atış ama ne atış, mahşeri bir trafik, arabayı bırakacak park yeri bulmak neredeyse imkansız. Kitaba ve fuara olan ilgi göz yaşartıcı. Fuardan kalan en önemli izlenim, çocukların ilgisi, yetişkinlerden daha fazla kitaba.

Neyse yandaki fotoğrafta ve diğer fotoğrafların hikayesini anlatmak istiyorum size. Mizah dergisi Uykusuz'un standı ve imza alana mahşer alanı gibiydi. Her yaştan insan, türbanlısı Metallica tişörtlüsü hemen hemen herkes standın başında bir poster ya da takvim amka için birbirlerinin üzerlerine abanıyorlar.

Posterler arasında en çok satan ise Uykusuz ekibinin tamanının bulunduğu poster ve bir de şirin mi şirin son zamanların en çok ilgi gören karakteri Forat'ın posteri. Buradan posterleri ve takvimleri alanlar hemen yan taraftaki imza salonuna geçiyorlar. En az 45-50 metrelik bir kuyruk. İmza için bekleyen gençler, sıra kendilerine geldiğinde titremeye başlıyorlar, heyecandan dilleri kuruyor. Hele imza masasının en sonunda oturan Yiğit Özgür'ün önüne geldiklerinde bayılacak gibi oluyorlar.

Çok keyifli bir atmosferdi, o çoçukların heyecanını ve Uykusuz çizerlerinin yorgun mutluluğunu görmek beni çok keyiflendirdi. İmza salonunda en önemli izlenimim ise büyük bir sükünet ve sessizlik oldu. Hiç bir panik yok, hiç bir itiş kakış yok. Herkes o kadar medeni ve anlayışlıydı ki, son zamanlarda pek görmediğim bir resimdi. İnsanları ortak paydada buluşturan şeylerin içeriği ve kalitesi de kitlenin davranış biçimlerini önemli derecede etkileyebiliyor.

Perşembe, Eylül 25, 2008

Basit limonata tarifi...




Mutfakta vakit geçirmeyi sevenlere basit ve bir o kadar da lezzetli limonata tarifi vereyim. 10 adet limonu alın, 3 tanesini bir büyük tencere ya da kabın içine rendeleyin. Geri kalan limonları 4'e bölerek aynı kaın içine atın. Üzerine 800 gr - 1 kg toz şeker ekleyin.

Bu kapta limonları 1 saat bekletin, şekeri iyice çeksin. Sonra bu kabın içindeki limonları iyice mıncıklayarak ezin. Bu ezme sırasında 1-2 bardak su ekleyebilirsiniz. Ezdiğinizde çıkan suyu süzerek başka bir kaba alın. Ezdiğiniz posa kalan limonlara 1 litre su ekleyin ve yarım saat daha bekletin.

Sonra yine mıncıklama ve ezme işlemini tekrarlayın. Buradan çıkan suyu da diğer kaba ekleyin. Bu konsantre suya şekerini seveceğiniz kıvama gelen kadar tadın ve su ekleyin. İki litre su ekledikten tadına bakın, şekerli geldiyse bir iki litre daha ekleyin. Tadını sevene kadar su eklemeye devam edin.

Sonra bu limonatayı cam şişelere koyun. Bir iki şişenin içine taze yaprak nane koyun. Bu nane yapraklarını 2 saat sonra çıkarmayı unutmayın.

Afiyet olsun...

Uludağ Limonata'nın zaferi



Kim ne derse desin bu yılın yaz aylarında rakiplerine açık ara fark atan içecek Uludağ Limonata oldu. Gazlı içeceklere bile önemli bir rakip haline gelen Uludağ Limonata kimseler yetmiyor. İnsanlar şişeyle değil kasayla alıyor Uludağ Limonata'yı. Market raflarında ve dolaplarda Uludağ Limonata'nın yerinde bir şişe bulabilirseniz kendinizi şanslı sayabilirsiniz.

Türkiye'nin geleneksel limonata tadına yaklaşan formulüyle bir anda kulaktan kulağa dolaşmaya başladı. Uludağ Genel Müdür Yardımcısı Ömer Kızıl satış artışının reklam kampanyasına bağlıyor. Bahsettiği reklamı hiç gördüğümü hatırlamıyorum, görsem de beni satın almaya götürür müydü emin değilim. Ama adı ve tadı dillerde dolaşmaya başlayınca herkes sevdi bu tatlı ve serinletici içeceği.

Ömer Kızıl diyor ki, bu tadı yakalamak için Ar-Ge bölümündeki uzmanlar yaklaşık 500 kere deneme yanılma yöntemiyle limonata yapmışlar.Ömer Kızıl şöyle devam ediyor: "Limonatayı pazara sunmadaki başlıca hedefimiz, özellikle yaz aylarında evlerde ciddi bir tüketimi olmasıydı. Ancak evde limonatanın tadını tutturmak oldukça zahmetli bir iştir. Biz geleneksel lezzetiyle limonatayı hazır şekilde tüketiciye sunduk, bu da tüketiciyi cezbetti. Uludağ, 78 yıllık bir üretim tecrübesine sahip. Bugün üretmiş olduğumuz efsane gazoz Uludağ, Türkiye dışında Avustralya’dan, Amerikaya kadar birçok ülkeye ihraç ediliyor. İşte bu birikim, herkesin evde yaptığı o ev limonatası tadını yakalamamızı sağladı. Dışarıda yapılan limonatalara göre tat ve hijyen olarak her zaman aynı standartta olmamız, tüketicinin ürünü sahiplenmesini sağladı. Limonata zaten geleneksel bir içecek. 78 yıllık bir Türk şirketi tarafından üretilmesi de Türk tüketicisini olumlu yönde etkiledi".

Biraz şekeri azaltılabilir ya da içerken içine bol buz atabilirsiniz.

Pazartesi, Eylül 22, 2008

Rainbow Warrior Beşiktaş'ta



Dünyanın en önemli çevre koruma örgütü Greenpeace'in Rainbow Warrior (Gökkuşağı Savaşçısı) isimli gemisi Beşiktaş'taki İDO İskelesi yanına yanaştı. 25 Eylül Çarşamba gününe kadar bu iskelede demirli olacak gemi, sabah saatlerinden itibaren ziyarete açık olacak.

Ziyaretçilere gemide yapılacak çeşitli etkinliklerde çevre bilincini geliştirecek film gösterimleri, semineler gerçekleştirilecek.

Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Hayatınızı değiştirecek, dünyayı kurtarmaya yardımcı olacak birşeyler öğrnebiliriz.

Detaylı bilgi için www.greenpeace.org/turkey/

"Farkında mısınız? Kuruyoruz"




Çevreci kuraklığa karşı Büyükçekmece' Gölü'nde 1 gün geçirecek
22.09.2008 | Anadolu Ajansı | Haber

Çevreciler, Türkiye'de yaşanan kuraklığa dikkat çekmek amacıyla 11 Ekim'de Büyükçekmece Gölü'nün kuruyan alanında "Farkında mısınız? Kuruyoruz" sloganıyla bir gün geçirecek.
Proje Sözcüsü İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Türkiye'de 35 il ve 210 ilçede şu an kuraklık olduğunun resmen ilan edildiğini söyledi.
Kadıoğlu, "Ülkemizde kuraklığın gelişimini, günlük/aylık olarak takip ederek, kurak ve nemli alanların ve bunların şiddetinin yerel dağılımı hakkında doğru ve zamanında bilgi sahibi olamıyoruz. Bunun bir sonucu olarak da kuraklığı, su kaynaklarının azalması, göllerin kuruması gibi görünür olan ciddi sonuçları ile ama çok geç kalarak fark edebiliyoruz" dedi.
Kuraklığın Türkiye'de en zararlı ve en az anlaşılan doğal afetlerden biri olduğunu savunan Kadıoğlu, rastgele ve seyrek bir şekilde oluşan kuraklığın en kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara neden olan ve yavaş gelişen en sinsi ve en tehlikeli doğal afet olduğunu kaydetti.

Risk yönetimine geçilsin
Bütün sektörlerin ve ilgili otoritelerin katılımıyla "Kuraklık Yönetim Ekibi" oluşturulması, "Küresel düşün yerel hareket et" prensibine uygun olarak da sanayicilerin ve işadamlarının enerji ve su tasarrufu yaparak, bu problemin çözümüne katkıda bulunmaları gerektiğini vurgulayan Kadıoğlu, "Ülkemizde etkin enerji ve su tasarrufu politikaları uygulanmazsa gelecekte büyük enerji ve çevre sorunlarıyla karşı karşıya kalacağımız kesindir" dedi.
Devletin kuraklık planları yaparak "risk yönetimine" geçmesi gerektiğini belirten Kadıoğlu, "Kıt olan su kaynaklarımızı da verimli kullanabilmek için merkezi ve yerel yönetimlerimiz de her yeni su yılının başında su bütçesini hazırlayıp gerektiğinde 'Kuraklıkla Mücadele Planları'nı devreye sokmalıdır" dedi.
Türkiye genelinde, yağışlar azalınca GAP alanı başta olmak üzere, tüm nehirlerin taşıdığı su miktarının da düşeceğini anlatan Kadıoğlu, "Nehirlerle daha az beslenen baraj göllerinin su seviyesi de önemli ölçüde azalınca, hidroelektrik enerji üretimi de aksayacak" diye konuştu.

Konserler düzenlenecek
Proje yöneticisi meteoroloji mühendisi Volkan Diler de Türkiye'de kuraklıkla mücadelede öncelikli adımın kuraklığın bir afet olarak kabul edilmesi olduğu için 11 Ekimde Büyükçekmece Gölü'nde yapılacak etkinliğin adının "Farkında mısınız? Kuruyoruz" olduğunu söyledi.

Diler, "İlk ayağı Büyükçekmece Gölü olan etkinlikler, takip eden senelerde, ülkenin dört bir yanında aynı sorunun yaşandığı kuruyan göl yataklarında devam edecek. Çevreciler, kuruyan göl yatağında bir gün geçirecek. Konserler verilecek" dedi.

Kaynak: Referans Gazetesi

http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=106674&KOS_KOD=17

Çarşamba, Eylül 03, 2008

Ramazan Ayı'ndaki gıda reklamları ve tüketici davranışları...




Yazının başlığı her ne kadar bir pazarlama öğrencisinin üniversite tezi gibi görünse de, aslında çok basit durumu tespiti yapma amacını taşıyor. Ramazan Ayı geldiğinde her yerler ama her yerler hazır gıda ürünleri, restorant reklamları ve otel menüleri, iftar programları gibi başlıkları taşıyan yüzlerce reklamla dolup taşmaya başlar.

Televizyon ekranları daha önce adını hiç bilmediğimiz, market raflarında görmediğimiz zeytin, peynir, reçel, bal, sucuk, salam, vs... reklamlarıyla dolup taşar. İşin ilginç yanı bu gördüğüm markayı marketten almaya kalsam bulmam mümkün değil, çünkü benim yaşadığım yerdeki marketlerin hiç birinde bulunmaması önemli bir engel tabii buna. Televizyona reklam verenin Türkiye'nin her yerinde aşağı yukarı bulunuyor olması temel bir gereklilik.

Bir de hafta sonu gazetelerin içinden fışkıran ve gazetele sığmayan marketlerin insertleri beni çok güldürüyor. Sonra şunu düşünmeye başladım. Acaba Ramazan geldiği dönemde oruç ibadetini yerine getirenler birden bire tüm tüketim alışkanlıklarını değiştirip, birden kıtlıktan çıkmış insanlara mı dönüşüyor. Ramazanda yemek ve gıda sektörü tavan mı yapıyor, insanlar Gustav kasırgasına yakalanmış gibi evlerine stok mu yapıyorlar?

Benim gözlemlediğim kadarıyla hayır. Özellikle son yıllarda il olarak Ali Kırca'nın bir trend olarak imzaa attığı, ana haber bültenlerinin hepsinde gördüğümüz "Ramazan fırsatçıları - Ramazan zamları" haberlerinden sonra zaten insanlar bir kalıp beyaz peynir almaktan uzak bir hayat sürmeye başladıktan sonra.


Bugün Taraf Gazetesi'nde yer alan haber düşüncelerimi doğrular nitelikteydi. Real Hipermarketleri Genel Müdürü Kubilay Özerkan, Ramazan'ın ilk iki gününde geçen yıla oranla yüzde 10'a yaklaşan azalma olduğunu söylemiş. 2008 yılı içinde perakende sektörü yüzde 20'lere varan daralma yaşadı. Bu daralmanın Ramazanda birden ortadan kalkacağını düşünmek büyük iyimseklik olurdu zaten.

O zaman bu reklamların çıldırmasının ne alemi var. Bütün gün televizyonda milletin gözüne bu gıda ürünlerini vurmakta nasıl bir mantık var, markalar için ne gibi bir yarar var bilemiyorum.

Son olarak bu markalar arasında 11 ay yatıp iletişim yapmayıp, Ramazan geldiğinde televizyon reklamıyla bütün işleri yoluna koyacağını, satışlarını patlatacağını düşünen Kobi zihniyetine ne kadar güldüğümü söylemeliyim. Bu reklamların ardından istedikleri satışa ulaşamayınca da başarısızlığı reklam şirketi üzerine atmaları ayrıca ilginç. Ama kimse de onlara iletişim sürekli, düzenli ve tutarlı bir şekilde yapıldığında işe yarayan bir şeydir. Sadece Ramazan'da verdiğin 5-10 reklamla çözebileceğin bir sorun değil.

Neyse ben merakla ve keyifle bu reklamları, ilanları izlemeye devam edeceğim.

Hayırlı Ramazanlar

Çarşamba, Ağustos 27, 2008

Türkiye'nin turizmi hakkında...




İstanbul'da yaşayanlar ve yaz akşamları İstiklal Caddesine yolu düşenler fark etmişlerdir, Arap ülkelerinden gelen peçeli, haşemalı ve eli kameralı yüzlerce turist şehrimizi tavaf halindeler. Bugün Hürriyet Gazetesi'nde bir haber vardı, o nedenle ne zamandır yazmak istediğim iki satır fikirlerimi paylaşmak istedim. Biliyorsunuz, Kanal D'de yayınlanan Gümüş isimli dizi Arap ülkelerinde yayınlanmaya başladı. Bu dizinin etkisiyle Arap turistler akın akın Türkiye'ye özellikle İstanbul'a geliyormuş.

Türkiye yıllardır turizmine bir atılım sağlayacak projeleri ve iletişim çalışmalarını gerçekleştirmekten çok uzak işler yaptı. Türkiye'ye gelen turist sayısı, bir yılda Paris'teki Eyfel Kulesi'ne çıkan turist sayısının çok çok aytında, yanlış söylemeyeyim, hemen hemen yarısı. Dolay koydu taşmadı, boşa koydu dolmadı. Türkiye'nin dünyada yıllık tanıtım bütçesi 40 milyon dolar civarlarındaydı. İletişim için çok komik bir para, hem etkisiz hem de yetersiz.Bütçe bugün ne durumda bilemiyorum. Son günlerde yine Turizm Bakanlığı'nın bir ihale açacağı, reklam ve iletişim için hizmet alacağı haberlerini duyuyoruz.

Neyse şuna geleceğim, başka bir şeyler denemek ve her yıl aynı yetersiz işleri yapmaktan vazgeçmek gerekiyor. Bunun adı turizmde tam olarak nedir bilmiyorum ama etkinlik bazlı turizmi geliştirmeye bakmak gerekiyor. Hani İspanya'ye insanlar kendilerini boğaların önüne atmak için, domates savaşı yapmak için, Amerika'da Margi Grass festivalinde sokaklarda günler geçirmek için gidiyorlar ya bizde de benzer şeyler olmalı. Bu etkinlikleri yaratmalıyız.

Nasıl, bundan iki yıl evvel bir ay tutulmasının dünyada en iyi izlenecek yerin Antalya olması sebebiyle binlerce kişi Antalya'ya gelmiş, sezonda bile dolmayan oteller full çekmişti. Atatürk'ün siluetinin bir dağa yansımasını yüzlerce insan görmeye gitmişti. Sultanahmet'te Mehteran Takımı ile fotoğraf çektirmek için turistler birbirini ezmişti. Kitlelerin ilgisini çekecek önce iç turizm canlandıracak ardındanda dış turizmi tetikleyecek pek çok ama pek çok etkinlik, festival yaratmanın yolunu bulmalıyız.

Turizmin bir de Gümüş dizisinin yaptığı gibi kültürel boyutu var. Bir şehri ya da ülkeyi marka yapmak ve turizmini geliştirmek için kültür ve sanatın kullanımı da önemli.

Ama başka bir yazının konusu...

Pazartesi, Ağustos 18, 2008

Burger King Hoop Fest 2008




İstanbul'un sokaklarını şenlendirecek son etkinliğimiz Burger King Hoop Fest 2008. Bu festival 21 - 24 Ağustos tarihleri arasında Caddebostan Sahil Burger King arkasında bulunan potolarda yapılacak. Bu festival ilk kez 2003 yılında yapılmış ve 2 gün sürmüş. Festival 2003 yılından beri de her yıl düzenli olarak düzenleniyor.

Daha sonraki yıllarda festival, Antalya, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlere giderek binlerce gençle basketbol sahalarında buluşmuş. Burger King Hoop fest'te 2003 yılından bu güne bin 780 takım ve 7 bin 120 oyuncu katılmış, 2 bin 680 maç oynanmış.

Katılmak ve detaylı bilgi için www.bkhoopfest.com

Şansınız bol olsun...

Red Bull Street Style Türkiye...




Red Bull markası tüm dünyada uyguladığı spor iletişim projeleriyle pazarlama dünyasına ve benim gönlüme bir iletişimci olarak kazınmış bir marka. İletişime ve spora yaptıkları yatırım gerçekten de takdire değer. İyi yapılan şeyleri de görmezden gelmeyelim derim. Red Bull'un bu alandaki en ayırıcı, farklılaştırıcı özelliği ise kendi etkinliğini kendi yaratıyor, kendine has hale getiriyor. Air Race, Flugtag sadece bir iki örnek, daha bilmediğimiz pek çok spor iletişimi yatırımları var Red Bull'un.

Neyse Red Bull Street Style Türkiye, kısa adıyla sokak futbolunun cambazlarını bir araya getiren bir etkinlik. Antrenmanlarda Roberto Carlos'tan görmeye alıştığımız hareketleri yapan mahallemizin Roberto Carlos'ları ile tanışma imkanı tanıyon bir etkinlik.

Red Bull Street Style Türkiye elemeleri Bursa’dan başlayarak 20 Ağustos Çarşamba günü 19.00'da Beşiktaş Meydanı - İstanbul'da yapılacak büyük finale kadar Hummer turla gezilen 14 şehirde kaydedilecek videolarla gerçekleştiriliyor. Toplamda 16 kişinin seçileceği bu elemelerin finali İstanbul’da yapılacak. Kazanan kişi, Kasım/Aralık ayında 40 ülkenin yarışacağı Sao Paolo/ Brezilya’daki dünya şampiyonasına gidecek.

Türkiye Finalinde yarışacak 16 finalistten biri olabilmek için ulusal elemelere katılmak şart. Bunun için sayfada listelenmiş olan organizasyonlardan size en uygun olana bizzat katılabilirsiniz. Ya da organizasyonlara gidemiyorsanız, elemelere Web üzerinden online katılmanız da mümkün.

Tek yapmanız gereken, kayıt olurken, Istanbul “Red Bull Street Style Türkiye Finali” organizasyonunu seçip, kayıt sırasında kendi çektiğiniz 3 dk.’lık videonuzu yüklemek. Online elemelere katılmak için video yüklemek şart ama sadece kayıt olmak istiyorsanız youtube'a yüklenmiş olan bir videonuzun URL adresini belirtmeniz de yeterli olacaktır.

Daha fazla bilgi için www.redbullstreetstyle.com

İstanbul sokakları sporla şenleniyor...




Ağustos ayında İstanbul sokakları birbirinden hareketli spor etkinliklerine sahne olacak. Burger King, Red Bull ve adidas sokak turnuvalarında gençlerin ve spor severlerin ilgisini çekecek etkinliklere imza atmaya hazırlanıyorlar. Aslında bu etkinlikler yıllardır yapılıyormuş İstanbul'da ve seçmeleri daha yaz başında başlamış ancak benim cahilliğimden olsa gerek daha yeni haberimiz oluyor. Nasıl haberin oldu diye soranlara da bizim sokağın başındaki billboard'ta gördüm diye cevap verelebilirim. Demek ki beni haberdar etmenin yolu sokağımın başındaki sokak ilanlarından geçiyor, lütfen ihmal etmeyelim :)

Benim kuşağımın her yaz, Fenerbahçe Dereağzı tesislerinin hemen yakınına kurulan adidas Streetball çadırlarında ve potalarında 3'e 3 yaptığımız maçlarda geçmesi nedeniyle basketbola, adidas'a ve sokakta yapılan turnuvalara hep sempatimiz vardır. Öyle böyle değil ben NBA seyrederken Larry Bird, Kerim Abdülcanbaz en iyi yıllarını yaşıyorlardı. Anladınız siz onu :)

İlk iki etkinlik basketbol turnuvaları. adidas geçtiğimiz yıl streetball konseptini NBA ile yanyana getirerek artık bu turnuvarlarda NBA yıldızlarına yer veriyor ve NBA markalı forma, ayakkabı vb... ürünlerin pazarlaması için kullanıyor. adidas'ın NBA 5ive turnuvaları bu nedenle çok daha çekici ve heyecanlı hale gelmiş durumda. Geçen yıl ilk defa yapıldığında Bağdat Caddesi yıkılmıştı. adidas NBA 5ive bu yıl ikinci turnuva ile 30 - 31 Ağustos 2008 tarihlerinde Maltepe İspark'ta olacak. Maçlar 5'e 5, adam eksik olmasın dikkat. Takımı kur, sahayı çık, yeteneğini göster. Detaylı bilgi ve katılım formları için Beyoğlu'ndaki adidas mağazasına getmen gerekiyor.

Tesco haberleri ve kriz yönetimi...



İngiltere'nin market devi Tesco 2003 yılında Türkiye'ye geldiğinde, bugün sepetinde bulduğu krizle karşılaşacağını hiç düşünmemişti. Hepimiz biliyoruz artık, AKP Genel Başkan Yardımcısı'na isnat edilen rüşvet suçlaması ve bu suçlama içinde Tesco - Kipa için arazi aracılığı yapması konusu gündemde. Bundan kısa bir süre önce bu sitede Tesco - Kipa'nın istanbul Kurtköy'de açtığı mağaza öncesinde basında yer alan haberlerinin böylesine güçlü uluslararası marka için ne kadar eksik olduğundan bahsetmiştik. Hatta yöneticilerinin söylemlerinde kullandığı terimlerin ve marka konumlandırması konusunda ip uçları veren açıklamalarının yetersiz olduğuna dikkat çekmiştik. Bu markanın daha güçlü bir iletişim yapma ihtiyacı olduğunu belirtmiştik.

Bu söylediklerimizden kısa bir süre sonra Tesco - Kipa şimdi de bir rüşvet iddiasının içerisinde buluverdi kendini. Rüşvet iddialarının gerçekliği ya da yanlışlığı bizim alanımızın konusu değil. Bizim konumuz böylesine bir iddia arkasından dev bir şirketin neler yaptıkları, bu krizi nasıl yönettiği ile ilgili. Vatan Gazetesi'nin yayını bir kenara, bu saat itibariyle Tesco dünyanın belli başlı önemli yayın organlarının ekonomi ve perakende sayfalarında bu iddia ile ilgili haberlerle yer almış durumda.

Financial Times gazetesinden dünyanın önemli perakende ve emlak haber sitelerinde bu olay ile ilgili haberleriyle yer almış durumda. Bazı İngiliz yayınlar, Tesco'nun bu iddialara "çekildiğini" ilgisi olmadan karıştırıldığını söylese de binlerce haber dünya medyasına yayılmış durumda. Günümüzde haberlerin doğruluğu kadar mesajı alanların algıladığının doğru olduğu biliniyor. Yani algı gerçektir. Dolayısıyla Tesco - Kipa yönetimini önemli bir kriz iletişimi yönetmeleri gerçeğiyle karşı karşıya bırakıyor.

Yoksa insanların aklında rüşvetçi market algısını değiştirmeleri çok zor olacaktır.

Pazar, Ağustos 03, 2008

Anayasa Mahkemesi'nin kararı ayakkabı satışlarını nasıl etkiledi?

Geçtiğimiz hafta İstanbul'daki iki alış veriş merkezinde dolaştım. İlk ziyaretim Anayasa Mahkemesi'nin kararından önceydi. Diğeri ise kararın açıklanmasından sonraydı. Karar öncesinde gittiğim alış veriş merkezinde vitrinleri gezen insan sayısı gözle görülür şekilde çok çok azalmıştı. Mayıs ayında yürürlüğe giren sigara yasağı kanunundan sonra alış veriş merkezlerine giden insanların sayısında büyük bir düşüş yaşandı. Ardından gelen AKP kapatma davası piyasaların önündeki belirsizlik havasını arttıran başka bir etken oldu. Bir de yaz tatilinin başlaması üzerine AVM'lerdeki görüntü in-cin çift kale maç durumuna geldi.

Anayasa Mahkemesi'nin kararından sonra gittiğim AVM'de gördüklerim ise biraz moral vericiydi. İndirimlerin de başlamasıyla ziyaretçi sayısında artış görülüyordu. Bir ayakkabı mağazasının çalışanı ile yaptığım kısa sohbet sonrasında AVM'ye gelen kişilerin sayısında artış olduğu ve hatta satışların da biraz yoluna girdiğini, stoklardaki ürünlerin satılmaya başlandığını öğrendim. Siyasetin ayakkabı satışlarına nasıl yansıdığını ilk ağızdan dinlemek beni gerçekten hayrete düşürdü. Ve ardından da şunu fark ettim: Mahkemenin kararı aslında hepimiz için ne kadar da önemliydi ve yeni bir ekonomik krizin önüne geçmişti.

Ekonominin yeniden biraz olsun kıpırdandığını görmek bu haftanın benim için en sevinidirici olayıydı.

Let's go to the Tesco!!!





Milliyet Gazetesi'nin Pazar ekine giydirdiği 4 sayfalık ilanından öğrendiğimiz kadarıyla Tesco-Kipa İstanbul'daki ilk hipermarketini 5 Ağustos 2008 saat 10.00 açılıyor.

Bana nihayet dedirten bu ilanı okuduğumda İngiltere'de yaşadığım günlerim aklıma geldi. Yazımın başlığında kullandığım "Let's go to the Tesco - Haydi Tesco'ya gidelim" sloganı da İngiltere'de yaşadığım dönemde arkadaşlarıma söylediğim bir kafiyeli bir sözdü. Tesco, İngiltere'nin hemen hemen her yerinde bulabileceğiniz, kalitesinden ve hizmetlerinden, Tesco markalı ürünlerinden memnun kalacağınız, sosyal sorumluluk projeleriyle fark yaratan (Every Little Hepls) bir süpermarket markası. Logosu ve iç dizaynı ile ülkemizde Tansaş'a benzetebileceğiniz, atmosferi keyifli, aydınlık, kasiyerleriyle dost olabileceğiniz - sizi isminizle hatırlayabilecek derecede - bir market. Yıllar önce Tesco'nun Kipa ortaklığı ile Türkiye'ye geleceğini duyduğumda içimde küçük bir mutluluk belirmişti. Eski bir dost ile yeniden karşılaşacağımı düşünerek sevinmiştim. (Aynı duyguyu Boots için de taşıyorum bu arada .)Bu haberi ilk duyduğum yıl sanıyorum 2003 yılıydı.

Kipa daha çok Ege Bölgesi'ndeki illerde yaygın olan bir marka. Hisselerin satın alınmasının ardından şirketin ismi Tesco - Kipa olarak belirlendi. Ancak göndüğüm kadarıyla ne Türk hissedarlar Kipa isminden vazgeçebiliyor, ne de Tesco markasını Kipa markasının yanına yakıştırabiliyorlar. Çünkü hem kurumun web sitesinde, hem basın bültenlerinde hem de bugün Milliyet Gazetesi'ndeki ilanda bir marka karmaşası var. Tesco nedense nasıl kullanıldığı belli olmayan bir marka gibi ortalıklarda dolanıyor.

Sonra ilandan öğrendiğimiz kadarıyla Kipa mağazasında Tesco markalı satılacak ürünlerin "zücciyeden elektronik ev aletlerine kadar pek çok kategoride..." olduğunu öğreniyoruz. Marka kullanımı ile karışan aklım şimdi de satılan ürünlerin markaları ile iyice karıştı. Kimin neyi sattığını, satacağını anlayamadım.

Milliyet'in ekindeki ilanda tekrarlanan ve müşteriye verilmek istenen tek mesaj var, Kipa ucuzdur, Kipa'da sepetiniz ucuza dolar". İstanbul Kurtköy Mağaza Müdürü Serkan Sağır ile yapılan röportajdan yaptığım alıntıdır.

Son bir alıntı daha yapacağım Serkan Sağır'dan, şöyle bir soru var, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinizden bahseder misiniz ? Serkan Bey de anlatıyor, işte güneş enerjisiyle çalışan sistemler geliştirdik, bunu 4 mağazada uygulamaya başlamışlar, çevreye zarar vermeyen teknolojiler kullanarak, doğa olan etkilerini azaltıyorlarmış. Bu projeleri de Sosyal Sorumluluk Planı 2007 - 2008 dahilinde gerçekleştiriyorlarmış. Bunların hepsi çevreye duyarlılık adına önemli çalışmalar, ancak Serkan beyin bilmediği bir şey var ki bu anlattıklarının kurumsal sosyal sorumluluk ile hiç bir ilgisi bulunmuyor maalesef. Bu anlattıkları olsa olsa elektrik maliyetlerini düşürmeye yönelik çevreci bir yatırım olarak tanımlanabilir.

Kipa ya da Tesco - Kipa'nın iletişim boyutunda daha yapması gereken çok şey, gitmesi gereken çok mesafe var. İstanbul'lularla yeni tanışan bu markanın önünde kendi kimliğini doğru bir şekilde oturtması için önemli bir fırsat var. Tükecilerin karşısına çıkan taze bir marka için en zor ve en önemli konu marka konumlandırması ve marka kimliği, değerleri... vb. Çünkü müşterinin ilk aklında kalan hep aklında kalandır ve bunu değiştirmek için çok çalışmanız, çok fazla para yatırmanız gerekir iletişime. Bakalım bu yolda "ucuzum ben en ucuz" hatasına mı düşecek, yoksa İngiltere'de önemli bir iletişim çalışması yürüten ekibiyle ve yaptığı sosyal sorumluluk projeleriyle fark yaratan Tesco'nun yardımıyla yepyeni bir marka kimliğiyle kendi pazarında önemli bir rekabet avantajı sağlayan bir marka mı olacak? Bekleyip göreceğiz...

Cuma, Ocak 25, 2008

Baskebolda bir-iki arpa boyu...




Hürriyet Gazetesi'nin spor sayfalarında Türkiye Baskatbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel ile yapılmış bir röportaj var. Haberin başlığına Celal Demirbilek ağabeyimiz "İçim Sızlıyor" sözünü çıkarmış. Merak ettim Turgay Demirel'in içini sızlatan şey ne acaba diyerek. Meğerse Avrupa Kupaları'nda mücadele eden Türk takımlarını saha 5 oyuncusunun da yabancı olduğunu görünce bunların arasında neden hiç Türk oyuncu yok diye sızlanıyormuş.

Turgay Demirel'i sever ve takdir ederim, son 5-6 yılda basketbolun hareketlenmesinden, iyi projelerle bir yerlere gelmesinden hatta 2010 Dünya Kupası maçlarının Türkiye'ye gelmesinde büyük emeği var. Sezar'ın hakkı Sezar'a. Turgay bey bu tespiti yapıyorsa federasyon başkanı olarak proje üretim tüm Türkiye'de yetenek avına çıkmalı. Genç yetenekler bulunmalı, bunlar üzerinde çalışılmalı. Bakın Fatih Terim yardımcılarıyla ülkedeki genç yetenekli futbolcuları arıyor harıl harıl. Efes Pilsen kendi başına bu eğitimleri ve basketbol okullarını elinden geldiğince hayata geçirmeye çalışıyor. Efes Pilsen'in yaptığını Federasyon'un yapacak gücü yok mu?

Hazır Hidayet ve Mehmet NBA'de forma giyerken anne babalara iyi örnek olurken bu rüzgardan faydalanmak gerekmez mi? Türk basketbolu dünyada hiç de fena bir yerde değil. Olanları geliştirip, taş üstüne taş koymanın zamandır. Yoksa hepimizin içi yıllarca çız etmeye devam eder sevgili başkanım.

Global Tanıtım - CIVITAS Group evliliği



Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis 49 yıl aradan sonra Türkiye ziyaret ederken, Karamanlis’in siyaset iletişimi danışmanı Yunan CIVITAS Group, Türkiye’nin önde gelen iletişim firmalarından Global Tanıtım ile birleşiyor.

Bu birleşmeyle, toplam 16 milyon Euro cirolu ve 50’ye yakın uluslararası ve yerel firmaya hizmet veren, Türkiye ve Yunanistan’ın en büyük iletişim danışmanlığı firması doğacak. Global Tanıtım, CIVITAS ile 2005 yılında Bulgaristan’da, 2007’de Romanya’da ortak şirket kurarak işbirliğinin ilk adımlarını atmıştı.

CIVITAS GLOBAL HOLDİNG KURULACAK: Şirketler arası hisse değişiminin ardından iki şirket Avrupa merkezli yeni bir holding kurarak, Türkiye ve Yunanistan’ın yanısıra Balkanlar ve diğer Güneydoğu Avrupa ülkelerine de birlikte girecekler. CIVITAS Global adıyla kurulacak yeni holdingin Başkanlığını CIVITAS Group Başkanı George Flessas, Başkan Yardımcılığı’nı ise Global Tanıtım Başkanı Ceyda Aydede yürütecek. 2003 yılında Uluslararası Halkla İlişkiler Birliği (IPRA) Başkanlığı da yapan Ceyda Aydede, yeni holdingin uluslararası ilişkilerinden sorumlu olacak.

ÖRNEK MODEL OLACAĞIZ: CIVITAS Group Başkanı George Flessas, birleşmenin iki şirkete, birbirlerinin kaynaklarına ve müşterilerine erişim fırsatı sağlayacağını ve bölgedeki başka endüstriler için örnek bir model oluşturacağını söyledi. Flessas, "Birleşmemizin amacı bölgemizde güçlü bir iletişim ağı oluşturmak. Yunanistan ve Türkiye’nin çalışma hayatı, yaşam tarzları da birbirine benziyor. Her iki ülkenin insanları da benzer markaları tüketiyor ve benzer mesajlardan etkileniyorlar" dedi. Global Tanıtım Başkanı Ceyda Aydede, CIVITAS ile gerçekleştirilen birleşmeyle Global’in teknik bilgi ve iş modellerinde daha da zenginleşeceğini söyledi. Aydede, bu yeni dönemde AB ülkelerinin iletişim alanındaki deneyimlerinin paylaşılarak bölgede etkin bir sinerji ortamı yaratılacağını belirtti.

Kendi markaları devam edecek

1994 yılında kurulan CIVITAS Group, 2005’de, 50’den fazla ülkede faaliyet gösteren Ketchum ile ortaklık kurdu. Bugün Yunanistan’ın en büyük strateji, iletişim danışmanlığı ve lobicilik şirketi. Yunanistan ve Güneydoğu Avrupa Bölgesi’nde bulunan ülkelerdeki özel ve kamu şirketlerine stratejik planlama, kurumsal iletişim ve siyaset iletişimi konularında hizmet veriyor. 1989 yılında Ceyda Aydede tarafından kurulan Global Tanıtım ise 1992’de Fleishman Hillard’ın temsilciliğini aldı.

Kaynak: Hürriyet.com.tr

Çarşamba, Ocak 23, 2008

Amerikan Gangaster'ten marka dersleri




Ünlü Amerikalı yönetmen Ridley Scott'un filmi Amerkan Ganster'i izliyordum geçen gün. Başrollerini Denzel Washington ve Russel Crowe'un paylaştıkları film bir Vietnam Savaşı yıllarında geçiyor. Uyuşturucu kralı Frank Lucas'ı yakalamaya çalışan dedektif Richie Roberts'in hikayesi. Film beklediğim kadar aksiyon öğelerinden yoksun olsa da 2 saati aşkın sürede derin bir psikilojik analizleriyle kendini izletmeyi başarıyor.

Frank Lucas (Denzen Washington) Vietnam Savaşı sırasında uzakdoğudan askeri uçaklarla getirdiği saf uyuşturucuyu New York'ta satıyor ve uyuşturucu paketlerinin üzerine Blue Magic - Mavi Büyü markası koyuyor. Piyasadaki diğer yarı saf, kalitesiz uyuşturucu ile aynı fiyata bazen daha da ucuza satıyor. Herkes bu saf uyuşturucuyu almak için sıraya giriyor ve Frank Lucas birden pazar lideri oluyor. Ancak Blue Magic'i alan Nicky Barnes (Cuba Gooding Jr.) uyuşturucunun saflığını bozup daha çok satmak istiyor. Bunun öğrenen Frank Lucas ile Nicky Barnes arasında aşağıdaki konuşma geçiyor.

Filmi izlerken birden kendimi pazarlama guruları Philip Kotler, Al Ries'ı dinlerken bulduğumu düşündüm. Kendi kendime şöyle dedim. Markanı koru, uyuşturucu olsa bile.

Nick - Hoş geldin, Frank.

Frank Lucas - Nasıl gidiyor, Nick?

Frank Lucas - Konuşmamız gerek.
Nick - Tabii, içeri gel.

Nick -Pekâla! Herkes iyi, herkes mutlu Charlie, Baz, İtalyanlar, Johnny Law,
sen hariç herkes mutlu!

Frank Lucas - Kusursuz bir şeyi neden alıp berbat ettiğini anlayamıyorum.
Bak, marka, markanın bir anlamı vardır, anlıyor musun?

Nick -Mavi Büyü!

Frank Lucas - Bu bir marka. Pepsi gibi, bu da bir marka. Bu markanın arkasında ben varım, garantisini ben veriyorum. Beni McDonalds'ın Yönetim Kurulu Başkanı
kadar tanımasalar da, bu markayı tanıyorlar.

Nick - Sen neden bahsediyorsun?

Frank Lucas – Bahsettiğim, benim malımı alıp, kalitesini istediğin oranda düşürdükten sonra markayı hâlâ "Mavi Büyü" olarak tutman! Buna marka ihlâli denir, anladın mı?

Nick - Kusura bakma, Frank. Bir şeyi satın aldığımda o bana ait olur.

Frank Lucas - Hayır, bu doğru değil.

Nick - Satın aldığım arabayı istediğim renge boyarım.

Frank Lucas - Ama mecbur değilsin, söylemek istediğim de bu. Mal zaten çok kaliteli. Bu haliyle ve Mavi Büyü ismiyle yeterince kazanırsın. Bundan fazlası açgözlülük olur, evlât.

Nick - Ne istiyorsun, Frank? İsmini mi değiştireyim?

Frank Lucas - Kesinlikle, bunda ısrar ediyorum.

Nick - Bana uyar. Ben de "Kırmızı Büyü" derim.

Frank Lucas - Kulağa pek hoş gelmiyor ama. Ne isim koyarsan koy. İstersen tasma takıp, mavi köpek boku de, umurumda değil. Yeter ki, seni bir kez daha bunu yaparken yakalamayayım.

Nick - "Yakalamak", "ihlâl", "ısrar" Bu kelimelerden hoşlanmam. Eğer kulübüme davetsiz geliyorsan, doğru kelimeler "lütfen", "teşekkür ederim", "rahatsız ettiğim için üzgünüm, Nicky" olmalı.

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Başımız sağolsun (mu) ?




Türkiye Halkla İlişkiler Derneği'nin kurucularından Cüneyt Koryürek'i çok ucuz bir trafik kazasında kaybettik. Cüneyt Koryürek'in meslektaşları, basın ve halkla ilişkiler dünyası büyük üzüntü içerisindeyiz. Cüneyt Koryürek'in ofisinde çekilen bu resim bile nasıl engin bir denizi, bir bilgeyi kaybettiğimizi anlatmaya yeter de artar bile.
Cüneyt Hocamızı 21 Ocak Pazartesi ikindi namazından sonra Teşvikiye Camii'den uğurlayacağız.
Başımız sağolsun, Allah geride kalanlara sabır versin. Bu son olsun.

Cuma, Ocak 18, 2008

Xerox: Çok şık, bol ödüllü



Xerox yakın zamanda logosunu değiştirdi, daha mürekkebi kurumadı. Ben çok şık ve zarif buldum. logodaki topa takılıp, basitçe bu "topa girenler olmuş", webte logo üzerine tartışmalar gırla almış yürümüş. Allah selamet versin, Xerox'a da hayırlı olsun, güle güle kullansın ne diyelim.

Bu arada Xerox'un başarısını tescil eden bir bilgi geldi. Xerox, 2007 yılında dünyadaki çeşitli bağımsız kuruluşlar ve endüstriyel yayınlardan ürünlerine yönelik toplam 190 ödül almış. Az buz rakam değil, plaketleri nerelere sığdırıyorlar acaba? Şaka bir yana iş hayatımızı kolaylaştıran - biz farkmesek de - Xerox, Better Buys for Business, Buyer Lab. Inc, ByTe, Cnet, PC Magazine, PC World, Wired gibi bağımsız yayın organlarından ödülleri süpürmüş.

Türkiye'den de ödül var

Dünya genelinde alınan ödüller arasında; PC Magazine tarafından doküman tarama konusunda Xerox Documate 152’ye verilen “Editörün Seçimi” ödülü, BERTL Inc. tarafından Xerox WorkCentre 7345 çok fonksiyonlu ofis ürününe 5 yıldız ve “En İyi” ürün değerlendirmesi bulunuyor. PC World Computer tarafından Xerox Phaser 6180 renkli lazer yazıcı “2007’nin en iyi ürünü” olarak tanıtıldı. Xerox Phaser 8860 renkli yazıcısı 5 üstünden 4,5 yıldızla PC Magazine tarafından Editörün seçimi ödülünü aldı. Xerox Phaser 3200 ise, PC Magazine Türkiye tarafından ayın ürünü ödülüne layık görüldü.

Çarşamba, Ocak 16, 2008

Haluk Ulusoy'un daveti

Televizyondaki deklamı ilk duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Yanlış duyuyor ya da yanlış görüntülere bakıyorum radyodan ses karışıyor sandım. Ama gördüklerim ve duyduklarım doğruydu. TV'deki dış ses diyor ki "Haluk Ulusoy siz 70 milyon yüreği Milli Takımı destekleme çağırıyor". Haluk Ulusoy kim, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı. Beni niye davet ediyor ki kendi ülkemin TV'lerine verdiği reklamlarla. Ben İngiltere'de yaşıyor olsam, ve Avrupa Şampiyonası maçları başlarken İngiliz TV'lerine "milli takımını destekle, maça gel" falan dese yine bir derecede anlaşılır söyledi. Ben zaten her maç elime bayrağı alıp sırtıma formamı geçirip maça giden adam değil miyim?

Bir de bu iletişim şöyle algıladığım bir yanı var. TFF Başkanı acaba bu ülke insanlarını kendi milli takımından soğutacak ne yaptı ki halkımızın takıma desteği ve güveni azaldı? Bu destek azalmasını bu reklamla telafi edecek. Çok karmaşık bir durum vesselam. Neresinden tutsanız sabaha kadar konuşulur. Futbolumuzun sorunları bu köşenin işi değil ancak son reklam karışık kafaları iyice karıştıracak gibi görünüyor.

Çok sevdiğim beğenerek okuduğum Milliyet Gazetesi spor yazarı Mehmet Demirkol'un muhteşem bir tespiti vardı kendi köşesinde. Şöyle demişti: "Haluk Ulusoy kendini TFF Başkanı olarak değil, Türk Milli Takımspor'un başkanı sanıyor."

Cuma, Ocak 11, 2008

Tekrar Merhaba

Uzun bir aradan sonra yeniden Marka Gündemi sayfalarına yazma gücünü buldum kendimde. Yazılar arasında biraz temizlik yaptım. Güncelliğini yitiren haberleri çıkarttım, referans olarak kalabileceğini düşündüklerimi bıraktım.

Blog'a ilk eklediğim yazı Perakende Bilgi Evi dergi grubundan yayımlanan Mağaza Butik ve Market dergilerinde yayımlanacak olan bir röportajımı ekledim. Merak edenler zengin bir içeriğe sahip Perakende Bilgi Evi web sitesini ziyaret edebilirler. Adresi www.perakende.org

Fazla uzatmayayım, umarım burada daha sık bir şekilde buluşma imkanımız olur. Yine markaların yaptıkları veya yapamadıkları üzerine aklımız erdiğince ve dilimiz döndüğünce kafa yormaya devam edeceğiz.

Okuduklarına biraz saygı duyan, anlayış gösteren ve esnek olmayı öğrenebilen iletişim sektörü profesyonelleri ve iletişim yöneticilerinin artması dileğiyle...

Yapılan her eleştiriyi kendilerine ya da müşterilerine bir hakaret gibi almamayı davranış biçimi haline getirebilen yöneticilerimizin yeni nesil iletişimciler arasında sayısının çoğalması dileğiyle...

Mutlu, iletişimi ve anlayışı bol bir 2008 yılı sizlerle olsun...

Perşembe, Ocak 10, 2008

‘Time’ın Kapağına Reklamla Değil, PR ile Girersiniz’


Emre Durdu

Yerli, yabancı yüzlerce markanın içinde fark edilmeye çalışmak. Üstelik işin üretim sürecine herkes dikkat ediyor, herkes en iyisini yapmaya çalışıyor. Bu durumda tabi ki kendini en iyi anlatan, gösteren, okutan, izleten fark edilecek. Bu sayıdan itibaren işin uzmanlarıyla iletişimi, özellikle de ‘kesintisiz doğru yapılan, pazarlama iletişimi’ni konuşacağız. İlk konuğumuz sektörün en tecrübeli isimlerinden biri, Zarakol İletişim’den Önder Kiremitçi...

Zarakol’dan konuşarak başlayalım isterseniz...

Zarakol İletişim Hizmetleri, 1992’de kuruldu. 30’u PR hizmetlerinde olmak üzere 40 çalışanı var. Zarakol, halkla ilişkiler alanında Türkiye’nin ilk tam hizmet ajanslarından biridir. Global Compact Sözleşmesi’ni imzalayan Türk şirketleri arasında yer alır ve bağımsız halkla ilişkiler şirketlerinin oluşturduğu global IPREX ağının üyesidir. Aynı zamanda ICCO standardı sahibi bir kuruluştur. Hizmet alanlarımızı, etkin medya ilişkileri tasarımı ve uygulaması, marka yönetimi ve pazarlama iletişimi, stratejik planlama ve uygulama, rekabet analizi ve konumlandırma, hedef kitle belirlenmesi ve mesajların saptanması, sosyal paydaş analizi, sosyal çevre iletişimi yönetimi, etkinlik yönetimi, kriz ve konu yönetimi, kurumsal marka yönetimi, sponsorluk yönetimi ve KSS projeleri, kurumsal yayıncılık gibi başlıklarla özetleyebiliriz.

Türkiye’de iletişim tarihinde önemli ilkleri gerçekleştirmiş bir şirket bildiğim kadarıyla...

Doğru biliyorsunuz, Zarakol’un önemli ve ayırt edici özelliklerinden biri ilkleri gerçekleştirmiş olması. İlk aklıma gelenler; 1994 yılında, TÜSİAD’ın geçmiş başkanlarından Halis Komili için 5 Nisan kararlarının ardından ilk görüntülü bülten, 1997 yılında IFQM için Washington ile Londra ve İstanbul arasında ilk canlı uydu videokonferans, 1998 yılında Türkiye’deki ilk kurumsal ek olan ve Hürriyet’le birlikte verilen Turkcell Özgür İletişim Gazetesi, 1999 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde Adnan Polat için ilk online basın toplantısı, 2000 yılında Ixir Haber Hattı için ilk advertorial tema geliştirme ve 20 hafta boyunca uygulama.


Benim en dikkatimi çekenlerden biri de Mey İçki için yapılan geri çağırma operasyonuydu...

O da bir ilktir. 2005 yılında, sahte rakı krizinde Mey İçki için 100 bin noktadan Yeni Rakı’nın geri çağrılması operasyonunda kriz yönetimini Zarakol üstlendi ve gayet başarılı bir sonuç alındı.

Mağaza dergisi okuyucularının yakından takip ettiği bir olay da Çarşı isminin Boyner olmasıydı. Oradaki iletişim operasyonunu da Zarakol yaptı değil mi?
Evet, Boyner markası kurumsal kimlik olarak kapsamlı bir değişim ve yenilenme programının bir parçası olarak şekillendirildi. Boyner Grubu’nun Çarşı Mağazaları’yla ilgili olarak 2004 yılında başlattığı “Değişim ve Yenilenme Programı”, ürünler, mağaza tasarım ve dekorasyonu, satışta servis ve pazarlamada devrim niteliğinde dönüşümleri kapsamlı bir programdı. “Çarşı” kurumsal kimliği de tüm aşamaları başarıyla gerçekleştirilen programın bir parçası olarak “Boyner” adı ile değiştirildi.


Yıllardır bu işin içinde olan bir profesyonelsiniz. İyi bir PR çalışması şirkete neler kazandırır sizce?

Bizim gibi iletişim danışmanlığı yapan şirketlerin beraber çalıştığı müşterilerine kazandırdığı en önemli şey yüksek bir algılama imkânıdır. Yaptığınız iletişim çalışmalarıyla medyada yer alarak, bu çalışmaların içeriğiyle genel kitlenizde olumlu bir algıya sahip oluyorsunuz.

İletişim şirketleri, şirketlerin itibarını yükseltmek için önemli çalışmalar yapıyor. İletişim sektörü denilince halkla ilişkilerin yanı sıra reklam da anlaşılır. O yüzden ikisini ayırt edebilmek için kullanılan yaygın bir laf vardır: “Time dergisinin kapağına PR’la, arka kapağına ise reklamla girebilirsiniz.” Sonuçta reklam bütçeleri, reklam çalışmaları tamamen parasını vererek satın aldığınız sütun santimler olurken müşterileriniz için hazırladığınız projelerin ya da etkinliklerin basında yer alması tamamen reklam kadar bütçesi olmayan şeylerdir. Bu nedenle de okuyucuların zihninde haberin etkisi reklamın etkisinden çok daha olumludur, olumlu bir haberden bahsediyorsak. Dolayısıyla bizim verdiğimiz hizmet insanların zihninde kurum, kuruluş ya da kişi ile ilgili olumlu izler bırakır. Bu anlamda yaptığımız iş, giderek sosyal bilim haline dönüşmeye başlayan bir iş dalı olmaya başladı.

İyi basın bülteni, iyi sunum editörü tavlar sözünde sizce doğruluk payı var mı? Ne kadar etkilidir sizce?

Bir projeyi ne kadar iyi planlarsanız planlayın bunun sonucunu gazetelerde, televizyonlarda, dergilerde bir yazı, bir haber, vs. ile almadığınız sürece o proje istenilen amaca ulaşmış sayılmaz. Dolayısıyla bir PR şirketinin planlama, programlama, uygulama, yönetim safhalarının yanında olmazsa olmaz taraflarından bir tanesi de medya ilişkileridir. Burada da şeffaflık, dürüstlük dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan. Gazeteciyle PR şirketi arasındaki ilişkilerin sadece bir haberlik, bir bültenlik ya da bir projelik olduğu fikrine kapılmadan, yapılan çalışmayı tüm safhalarıyla paylaşmak gerekir. Bu anlamda gazeteci ile PR şirketi birbirinin tamamlayıcısı, partneri, içerik sağlayıcısıdır. İyi planlanmış, içeriği iyi düzenlenmiş, sürekliliği olan, tekrar eden projeler de zaman içerisinde basında yer buluyor. Bu projeler ile iletişimde süreklilik sağlanarak PR şirketleri başarılarını ortaya koymuş oluyor.


Türkiye’de kesintisiz ve doğru PR çalışması açısından son dönemlerde başarılı bulduğunuz şirketler hangileri?

Efes Pilsen’in çalışmalarını beğeniyorum. Özellikle spor alanında yaptığı çalışmaları büyük bir beğeniyle izliyorum. Efes Pilsen’in çeşitli illere götürdüğü basketbol okulları var; ‘Efes ile İlk Adım’ adında bir projesi var. Efes Pilsen’in basketbol takımına ve basketbol sporuna yaptığı yatırımı gerçekten takdir ediyorum.

Bunun dışında bir PR projesi olarak değil de önemli bir pazarlama iletişimi projesi olarak Rock’n Coke, Türkiye’de ve dünyada oldukça başarılı bir proje. Sürekli hedef kitlesini ve dinleyici grubunu genişleten, içeriğiyle, geri dönüşleriyle başlı başına bir proje.

Tabi ki Türkcell’in Kardelenler Projesi Türkiye’de önemli bir çığır açtı. Bu sadece Türkcell’in yaptığı bir proje değil, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarının da desteğiyle, çeşitli özel şirketlerle birlikte yürüttüğü bir proje. Kardelenler Projesi Türkcell’in Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte yaptığı bölüme verdiği isim. Bu proje dahilinde Türkcell kadar adı gündeme gelmeyen birçok kurum, kuruluş, özel şirket var. Dolayısıyla bu projede çalışan herkese çok teşekkür etmek lazım.

Bir de özellikle devamlılık, tekrarlanabilirlik ve istikrar açısından baktığınız zaman kargo şirketi TNT’nin Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte 7 yıldır sürdürdüğü bir kitap toplama projesi var. Evinizde ihtiyacınız olmayan kitap, dergi gibi tüm yazılı kaynakları alarak Güneydoğu’da, Doğu’da kitaba ihtiyacı olan okullara iletiyor. Bu örneklere de bakacak olursak son yıllarda daha çok hepimizin gönlü sosyal sorumluluk projelerinden yana.

Alışveriş merkezi yatırımlarındaki canlılık ve beraberinde Türkiye’ye adım atan onlarca yeni marka... Bu gelişmeler PR dünyasını nasıl etkileyecek?

Yeniliklere karşı olanlar her zaman vardır. Çok fazla merkezin açılması ve çok fazla yabancı markanın gelmesi de eleştiriliyor. Ancak ben değişik bir örnek vermek istiyorum bu konuda. Formula 1 ve Moto GP’yi çok yakından takip ediyorum. Her Formula 1 sezonu geldiğinde İstanbul’daki yatak kapasitesi Formula 1 seyircisini ağırlamaya yetmiyor. Böyle bir ortamda eğer İstanbul’un bir dünya başkenti, dünya metropolü olması hedefiyle hareket ediyorsak burada bir ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Bu anlamda baktığımızda İstanbul’a daha fazla otel yapılması lazım. Vatandaş olarak baktığımızda ise İstanbul’un her yeri otel doldu algısı var. Benzer şekilde yeni kültür merkezleri, küçük kültür salonları, küçük tiyatro salonları açılıyor. Bazılarının iddia ettiğinin aksine bu salonlar gayet iyi iş yapıyor, hepsinde oyunlar dolu oynanıyor, hepsinde müzik etkinlikleri dolu oluyor. Alışveriş merkezlerini de aynı şekilde değerlendirmek gerekli. Hiç kimsenin ölü doğacak bir alışveriş merkezine günümüz şartlarında bu kadar yatırım yapacağını düşünmüyorum. İletişimci olarak ve işimizin geleceğiyle ilgili ise tabi ki yeni markaların gelmesinden memnunum. Bu markalar tüketici bilinirliklerini, kalite algılarını sürdürebilmek için ya da yeni baştan inşa edebilmek için iletişim yatırımı yapmak zorundalar. Perakende dünyasındaki canlılığı iletişim sektörüne, pozitif olarak yansıyacağını düşünüyorum.

Önder Kiremitçi Kimdir?

1973 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden 1996 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarının başında Cumhuriyet Gazetesi’nde Pazar Dergi, Kitap Eki ve kültür sanat sayfalarında haberleri yayınlandı. Ardından A Takımı haber programında muhabirlik yaptı. Bir süre Aktüel dergisine fotoğraf çekti. Daha sonra Hürriyet Gazetesi’nde muhabir ve foto muhabiri olarak çalıştı. 1996 – 1998 yılları arasında Radikal, Yeni Yüzyıl ve Akşam gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. 2000 yılında MPR Halkla İlişkiler’de Medya İlişkileri Yönetmeni olarak çalıştı. Ardından 3 yıl boyunca İngiliz Havayolları British Airways’te Kurumsal İletişim Temsilcisi olarak çalıştı. Bu zaman zarfında bir yıl boyunca ekonomi gazetesi Finansal Forum’da “Marka Gündemi” isimli köşeyi hazırladı. 2005 yılından beri Zarakol İletişim Hizmetleri’nde çalışmalarını sürdürüyor.

Kaynak : Mağaza Dergisi, Perakende Bilgi Evi Yayınları